Meral Akşener: “Anayasamıza Her Koşulda Sonuna Kadar Sahip Çıkacağız. Hukuku Bir Hesaplaşma Aygıtına Dönüştürmeye Çalışanlara Geçit Vermeyeceğiz”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM grup toplantısında, “Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Anayasa değişikliğini konuşmadan önce mevcut Anayasa’ya uymanız gerekiyor. Türk milletinin iradesi bu gidişatı hak etmiyor. Biz bu ülkeye bu aziz millete ve onun temel değeri olan anayasamıza her koşulda sonuna kadar sahip çıkacağız. Hukuku bir hesaplaşma aygıtına dönüştürmeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz. Sarayda gezen Carl Schmitt hayaletlerinin karşısında her daim dimdik duracağız” dedi. Akşener, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde Atatürk’ü anmamasına da, “Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen varlığını ona borçlu bu önemli kurumumuz 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde atamıza bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun” sözleriyle tepki gösterdi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Konuşmasının büyük bir bölümünü yerel seçimlere ayıran Akşener’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
“KKTC BİZİM İÇİN SADECE KARDEŞ ÜLKEMİZ DEĞİL AYNI ZAMANDA TÜRK DÜNYASI’NIN GÜNEY UCUNDAKİ YILDIZIDIR”
Bugün bölgemizde yaşanan gelişmeleri dikkate aldığımızda; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, varlığının ve bağımsızlığının; nasıl da stratejik bir öneme sahip olduğunu, bir kere daha görüyoruz. Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Orta Doğu’da ve hatta, Kuzey Afrika’da olup bitenleri çok iyi okumak, çok iyi anlamak durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizim için sadece kardeş ülkemiz değil aynı zamanda Türk dünyasının güney ucundaki yıldızıdır. Lefkoşa da büyük Türk coğrafyasının güneydeki başkentidir. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız ve erkin bir devlet olarak yaşaması için en başta Türk dünyasının süreci samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor. Bu kapsamda Kuzey Kıbrıs’ın Türk Devletler Teşkilatı’na gözlemci üye olmasını elbette memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak son teşkilat zirvesine davet edilmeyişi dikkatle takip ediyor sürecin bir an önce tamamlanması bekliyoruz.
“VARLIĞINI ONA BORÇLU BU ÖNEMLİ KURUMUMUZ 10 KASIM’DAKİ CUMA HUTBESİNDE ATAMIZA BİR FATİHA’YI BİLE ÇOK GÖRDÜ”
Geçtiğimiz hafta Atamızın ebediyete intikalinin 85’inci yılıydı. 85 milyon Türk milleti olarak onun gösterdiği ufka varma vazifemizi bir kez daha hatırladık. Onun büyük vizyonunu bir kez daha anladık. ve aziz hatırasını, bir kez daha andık. Ancak maalesef biz milletçe aynı duygularda buluşurken bu duyguları paylaşmayanlar da vardı. Ayrık otları, istikbal zararlıları, ahlak yoksunları da vardı. Atamızın vizyonuna, Cumhuriyetimizin değerlerine düşmanlıktan beslenen, kirli zihniyetler de vardı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmaktan gocunanlar, ona bir hayır duayı bile çok gören şuursuzlar da vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen varlığını ona borçlu bu önemli kurumumuz 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde atamıza bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun. Halbuki İslam kültüründe vefa vardır. Bir insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden biri, vefadır. Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı ve buna göre davranmayı gerektirir.
Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara Cumhuriyetimizin kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara, Türk milletinin, Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından rahatsız olanlara hatırlatmak istediğim bir şey var: Eğer ki bugün memleketimizde ezanlar okunuyorsa; eğer ki bugün gökyüzünde şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa; eğer ki bugün toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. ve ne yaparsanız yapın bu borcu unutturamayacaksınız. Atatürk’ümüz ile Cumhuriyetimizle olan derin sevgi, saygı ve vefa bağımıza asla zarar veremeyeceksiniz.
“AK PARTİ İKTİDARININ NEDEN OLDUĞU KRİZLER SİLSİLESİNDEN SON OLARAK ANAYASA VE HUKUK DÜZENİNİN DE PAYINI ALDIĞINI GÖRÜYORUZ”
AK Parti iktidarının neden olduğu krizler silsilesinden son olarak anayasa ve hukuk düzeninin de payını aldığını görüyoruz. Zaten uzun bir zamandır hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk. Biliyorsunuz önce; ‘Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor’ dendi, sistem değiştirildi. Kuvvetler ayrılığı yerle bir edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vasıfları teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz harap edildi. Bugün geldiğimiz noktada ise iktidarın gözü yine hukuka dikildi. Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan uzunca bir zamandır hukuktan şikayetçi. Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında parka inşaat yapılmasını reddeden Koruma Kurulu’na Başbakan sıfatıyla; ‘reddi reddederiz’ diyerek karşı çıkan kendisiydi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla; ‘Anayasa Mahkemesi’nin, kararına uymuyor, saygı da duymuyorum’ diyen de kendisiydi. Twitter’a getirilen erişim engelinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen Anayasa Mahkemesi kararına, ‘gayri milli karar’ diyerek karşı çıkanlar da yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı.
Her fırsatta hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren bu zihniyetin biriktirdiği garabetler dizisinin sonucunu da nitekim geçtiğimiz hafta yaşadık. Can Atalay davasıyla ilgili hukuk skandalları 8 Kasım itibarıyla artık bir anayasa krizine bir devlet krizine dönüştü. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi tıpkı Sayın Erdoğan gibi ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum’ dedi. Üstüne de el yükseltip hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Hatta o da yetmedi hızını alamayıp millet iradesinin tecelligahı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de sopa gösterdi. Bu hukuksuzluk karşısında iktidar tarafından yapılan ilk yorum ise kararın, ‘milliliği’ üzerine oldu.
“BİR DEVLET MESELESİNDEN SİYASİ RANT DEVŞİRMEYE ÇALIŞMAK EN HAFİF TABİRİYLE AYIPTIR”
Dönemin ünlü Alman anayasa hukukçusu Carl Schimitt’e göre güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler sadece teferruattan ibarettir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla Hitler’in karar ve emirlerine bağlıdır. Bu yetki ise geçerliliğini hukuktan değil fiili durumun kendisinden alır. Yani Carl Schmitt’e göre hukuk fiili durum gerçekleştikten sonra onu yasal hale getirmek için gerekli olan bir aparattan ibarettir. Nitekim Nazi hukukunun de-facto işleyişinde kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil sonradan yasa aracılığıyla meşru ve dokunulmaz kılınmıştır. Bu anlayışa göre hakimiyet milletin değil, hakimiyet Hitler’indir. Hukuk üstün değildir, Führer üstündür. Yargıç, bağımsız olamaz sadece liderin emirlerinin uygulayıcısı olur. Dolayısıyla yargı herkes için adaleti tecelli ettiren değil iktidarın gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini yasallaştırma organıdır.
Bu tablo, size de tanıdık geldi mi? Belli ki bazı saray sakinleri ilhamını, Carl Schmitt’ten almış. Nitekim tam da bu yüzden Carl Schmitt’in, günümüzdeki öğrencileri bir anayasal devlet krizine sebep olan hukuk dışı bir fiili duruma çözüm üretmek yerine, hemen Anayasa değişikliği arayışına girdiler. Yani fiili durumu yasallaştırmanın peşine düştüler. Böyle bir zihniyetin Türk devletine devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz. Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır. Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden siyasi rant devşirmeye çalışmak en hafif tabiriyle ayıptır.
“ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ KONUŞMADAN ÖNCE MEVCUT ANAYASA’YA UYMANIZ GEREKİYOR”
Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Anayasa değişikliğini konuşmadan önce mevcut Anayasa’ya uymanız gerekiyor. Siz daha var olan Anayasa’nın, hükümlerini yok sayarken neyi nasıl değiştireceksiniz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir şahsa ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Kimlerin hangi haklara hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği, kimlerin neyi yapıp neyi yapamayacağı peşinen kurallarla belirlenmiştir. Bu kurallar işlerse hukuk devleti vardır. Onun için de hukuk devletinde keyfine göre kuralların dışına çıkacak bir fert zümre veya organ yoktur olamaz. Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk milletinindir. Milletimiz bu egemenlik hakkını yetkili organlar eliyle kullanır. Hiçbir organ veya hiçbir kişi de kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu çok açık ve nettir.
Anayasamızın getirdiği devlet nizamı birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır. Bu mekanizmaların herhangi biri işlemezse nizam aksar. İşte bu yüzden Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin oluşturduğu hukuk dışı fiili durum devlet nizamını aksatmış ve bir anayasal devlet krizine neden olmuştur. Halbuki Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Herkes uymak zorundadır. Nitekim; Anayasa’nın 158’inci maddesinin, son fıkrası, aynen şöyledir: ‘Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.’ Dolayısıyla, siz hala, neyi tartışıyorsunuz? ‘Yargısal aktivizm’ diyerek, neyi meşru kılmaya çalışıyorsunuz?
“YARGITAY’DAN BİR DAİRENİN AYM ÜYELERİNİ HEDEF GÖSTERMESİNİ HİÇBİR KOŞULDA KABUL ETMEYİZ”
Mahkemelerin aldığı kararlar elbette siyasi düzlemde demokratik metotlarla eleştirilebilir. Hatta kararlara tepki de gösterilebilir. Nitekim Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin Anayasa’ya yönelik saldırısının hemen öncesinde; Aynı Anayasa Mahkemesi yine, dönemin Almanya’sından, esintiler barındıran, ‘Dezenformasyonla mücadele’ yasasıyla gündeme gelen; ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun ve bu suça, hapis öngören düzenlemenin iptalini reddetmişti. Biz de bu kararı eleştirdik. Bu eleştirinin haklı olduğunu da düşünüyoruz. Ama çıkıp da ‘Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır’ demeyiz. Yargıtay’dan bir dairenin Anayasa Mahkemesi’ni, bundan ötürü suçlamasını aldığı karara uymamasını ve AYM üyelerini hedef göstermesini hiçbir koşulda kabul etmeyiz. Hele ki Gazi Meclisimizin kurumsal yapısının aynı Yargıtay dairesi tarafından hedef alınmasına göz yummayız. Nereye hizmet ettiği belli olmayan odakların millet iradesini hedef almasına da asla izin vermeyiz.
İşte bu yüzden biz İYİ Parti olarak, ilk günden beri bu anayasal devlet krizinin çözülmesi için çalışıyoruz. Krize sebep olanlar hakkında suç duyurusunda bulunduk. Sayın Erdoğan’a da Cumhurbaşkanlığı unvanının, gerekliliklerini anlattık. Kendisine demokratik ve katılımcı bir süreç çerçevesinde hakemlik yapması gerektiğini hatırlattık. ‘Hatırlattık’ diyorum çünkü bu zaten, Anayasamızda var. Bilmeyenler açıp baksın Anayasamızın, 104’üncü maddesi diyor ki; ‘Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini, temsil eder. Anayasanın uygulanmasını devlet organlarının, düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.’
“BİZ HER ŞEYE RAĞMEN HUKUK DEVLETİNİ AYAKTA TUTMANIN GEREKLİLİĞİNİ SAVUNUYORUZ”
Yani Sayın Erdoğan’a göre Anayasa’nın pek bir kıymeti harbiyesi olmasa da bizim için Anayasa, temel kılavuz olduğu için yapıcı siyaset anlayışımız doğrultusunda kendisine bu krizi bertaraf edecek gerekli adımları atması çağrısında bulunduk. Bunu yaparken de vatandaşlarımızın hukuka ve anayasal düzene dair zaten iyice zayıflamış olan inancının büsbütün ortadan kalkmasının önüne geçmek istedik. Peki bizi dinledi mi? Tartışmaların en başından, bu yana baktığımızda maalesef pek de dinlemiş gibi görünmüyor. Ancak biz her şeye rağmen hukuk devletini ayakta tutmanın gerekliliğini savunuyoruz. Tarihe karşı yükümlülüğümüz 100 yıllık Cumhuriyet birikimimiz ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz bunu gerektiriyor.
Sened-i İttifak’tan Kanun-ı Esasi’ye 23 Nisan’dan, 29 Ekime kadar her koşulda çelik gibi duran Türk milletinin iradesi bu gidişatı hak etmiyor. Biz bu ülkeye bu aziz millete ve onun temel değeri olan anayasamıza her koşulda sonuna kadar sahip çıkacağız. Hukuku bir hesaplaşma aygıtına dönüştürmeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz. Sarayda gezen Carl Schmitt hayaletlerinin karşısında her daim dimdik duracağız. Ürettikleri, ne idüğü belirsiz propaganda kavramları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı bir kutuplaştırma aracına indirgemeye çalışanların adaleti saraya kapıkulu yapmasına asla izin vermeyeceğiz. Şunu da herkes çok iyi bilsin ki Anayasa Mahkemesi üyelerimiz sahipsiz değildir. Her ne olursa olsun Türk milletinin vicdanı, hakkın ve hukukun yanındadır. Tüm yollar kesilse bile Türk Milleti’nin sinesine giden bir yol her zaman vardır.
“SEÇİMLERDEN BUGÜNE KADAR GEÇEN 5 AYLIK ENFLASYON YÜZDE 30 OLDU”
Ak Parti iktidarı yıllardır kendi elleriyle mahvettikleri ekonomimizi birkaç isim değişikliğiyle toparlayabileceğini zannetti. Birkaç yurt dışı ziyareti yapıp para arayarak her şeyi düzeltebileceğini sandı. Hemen, her konuda olduğu gibi ekonomide de çözümü tüm sorunları halının altına süpürmekte aradı. Ancak maalesef faizleri yükseltip para politikasını biraz normalleştirmek piyasaları, bir süreliğine sakinleştirse de hızlı faiz artışları dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı ezmekten başka bir işe yaramadı. Yaz aylarında başlayan zam furyası hala devam ediyor. Seçimlerden bugüne kadar geçen 5 aylık enflasyon yüzde 30 oldu. Et, süt, peynir gibi temel gıda ürünleri bile artık bir lükse dönüştü. Soğuk kış ayları, yeni yeni başlarken vatandaşlarımız endişeyle, nasıl ısınacağını düşünüyor. Ülkemizin içine düşürüldüğü bu vahim tabloda Ak Parti iktidarının, her bir mensubunun farklı ölçüde sorumluluğu var.
Hudutlarımızı, kevgire çeviren de sorumlu adaleti yok eden de, eğitim sistemini kalitesizleştiren de sorumlu yolsuzluğa yol veren de, ülkemizi mafya cennetine çeviren de sorumlu, liyakatsizliği sıradanlaştıran da, sorumlu çok ama sorumluluk alan yok. Yüzü kızaran, utanan, sıkılan yok. Ülkemizin yedek akçesini harcadılar. Fabrikalarımızı, tesislerimizi sattılar, rezervlerimizi eksiye düşürdüler ama milletin karşısına çıkıp bir hesap bile vermediler. Abuk sabuk suni gündemlerle Türkiye’yi oyaladılar sandıktaki hesaptan sıyrılmayı başardılar. Ama artık kaçacak yerleri kalmadı. Şimdi de bu yüzden kapı kapı dolaşıp para arıyorlar. Ama bulamıyorlar.
“DAHA ANAYASAYI TANIMAYAN BİR CUMHURBAŞKANINA KİM NASIL GÜVENSİN?”
Ekonomi politikalarındaki sözüm ona normalleşmeye rağmen ülkemize hala anlamlı bir para girişi olmadı. Peki neden olmadı biliyor musunuz? Çünkü Sayın Erdoğan ve arkadaşlarına, kimse güvenmiyor. Bu kadar açık ve net. Daha anayasayı tanımayan bir Cumhurbaşkanına kim nasıl güvensin? Adaletin, hukukun, özgürlüklerin ayaklar altına alındığı bir ortamda kim nasıl yatırım yapsın? Memleketi her gün krizden krize koşturan bir yönetime kim neden parasını versin? İşte bu basiretsizliğin beceriksizliğin ve ciddiyetsizliğin sonucunda olan yine milletimize oluyor. Olan Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında sadaka verir gibi 5000 lira ikramiye verdikleri çalışanlar, çalışmayanlar diye Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olanlar, olmayanlar diye ayrımcılık yaptıkları emeklimize oluyor. Olan en güzel yılları heba edilen gençlerimize oluyor. Olan kendi için çocukları için korkuyla yaşayan kadınlarımıza oluyor. Olan ne AK Parti’ye ne de besleyip büyüttüğü rant şımarıklarına değil Türkiye’ye oluyor.
“MİLLETİMİZ SON 21 YILDA SÖZDE GÖNÜL, ÖZDE İHANET BELEDİYECİLİĞİNE DAYANAN AK PARTİ’NİN YEREL YÖNETİM ANLAYIŞINDAN ÇOK ÇEKTİ”
İktidar yerel seçim gündemini saptırmak için yine hamasete dedikoduya suni gündemlere sarılsa da biz İYİ Parti olarak önümüzdeki seçimlerde milletimizin dert ve taleplerinin görmezden gelinmesine izin vermeyeceğiz. Milletimiz son 21 yılda sözde gönül, özde ihanet belediyeciliğine dayanan Ak Parti’nin yerel yönetim anlayışından çok çekti. Belediyeleri rant kapısından ibaret gören bu anlayış zaman içerisinde bir yandan yerel kaynaklarımızı har vurup harman savururken diğer yandan da hakkıyla yapılan bir yerel yönetim rekabetinin de yollarını tıkadı. ve geldiğimiz noktada ceket siyaseti, hizmet siyasetinin yerini aldı. Şucu bucu edebiyatı milletin taleplerinin önüne geçti. Rekabetsizliğin getirdiği vasatlığın kaybedeni de doğal olarak milletimiz oldu.
Belediyeleri idari ve mali açıdan güçsüz bırakarak yerel hizmetlerde aksamaya kamusal kaynakların boşa harcanmasına yönetimde liyakatsizliğe, kayırmacılığa, gizliliğe ve yozlaşmaya neden oldular. Can güvenliğinden, hizmetten ve kaliteden önce nüfuz ticaretine, ranta ve paraya odaklı milletten kopuk bir belediyecilik anlayışı inşa ettiler. Yönetimde yerel sorunlara ilgi azaldı. Siyasal temsildeki adaletsizlik giderek büyüdü. Bankamatik memurları çoğalırken milletimiz karar alma ve uygulama süreçlerinden daha çok dışlandı. ve tabii ki yerel demokrasi de giderek zayıfladı. İşte bu tablo karşısında biz İYİ Parti olarak; Türk demokrasinin tıkanan tüm yollarını açmaya ve Türkiye’de önce yerelde sonra da merkezi yönetimde gerçek bir sıçramayı başlatmaya geliyoruz.
“81 İLDE MİLLETİMİZE LİYAKATLİ ADAYLARIMIZ, KADROLARIMIZ VE ÇÖZÜMLERİMİZLE BİRLİKTE İYİ BELEDİYECİLİK VİZYONUMUZU DA SUNUYORUZ”
2024 yerel seçimlerine girerken 81 ilde milletimize liyakatli adaylarımız, kadrolarımız ve çözümlerimizle birlikte iyi belediyecilik vizyonumuzu da sunuyoruz. İYİ Parti olarak ortaya koyduğumuz iyi belediyecilik vizyonuyla ilk hedefimiz demokrasi ve yönetişim kentleri inşa etmek olacak. Kazandığımız tüm şehirlerimizi katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla yöneteceğiz. Belediyelerin stratejik plan hazırlama süreçlerinde çok paydaşlı bir yaklaşımı hayata geçireceğiz. Belediyelerdeki hizmet süreçlerinin iyileştirilmesi için kurumsal hiyerarşiyi yeniden yapılandıracağız. Kent Konseylerinin idari ve mali kapasitesini artırıp proje üretmeleri ve hizmetlere destek sağlamaları için teşvik edeceğiz. E-belediyecilik uygulamalarının teknoloji altyapılarını geliştirip tüm hizmet alanlarını, kapsayacak şekilde genişleteceğiz. Belediye meclislerinde kadın meclis üyelerinin daha fazla temsil edilmesini sağlayacağız. Vatandaşlarımızın belediyelerin karar alma uygulama ve denetim süreçlerine katılımını arttıracağız. Mahalle yönetimlerini yönetime katılım sürecinin temel aracı olarak gördüğümüzden mahalle ölçeğinde ‘semt meclisleri’ oluşturacağız.
İkinci hedefimiz; Güçlü ekonomi kentleri inşa etmek olacak. Yani yönettiğimiz tüm şehirlerde çevreye duyarlı sürdürülebilir kentleşme ve yeşil kalkınma politikaları uygulayacağız. Yerel ekonominin güçlenmesinde, sosyal hayatın, kültürün ve tarihsel mirasımızın yaptığı katkının geliştirilmesi amacıyla ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla işbirlikleri geliştireceğiz. İstihdam oluşturan projeleri ve faaliyetleri her adımda destekleyeceğiz. Kadınların ekonomik hayata etkin katılımı öncelikli olmak üzere işveren ve iş arayanlar arasında köprü olacak istihdam ofisleri oluşturacağız. ‘Kentsel Turizm Ekonomisini’ güçlendirecek ve fevkalade önem verdiğimiz tarımda büyümeyi yerelden başlatmak için ‘Tarım Kent Modelimizi’ devreye alacağız.
“ÖNCELİKLE ÜLKEMİZDEKİ SIĞINMACI İSTİLASINA KARŞI ETKİN MÜCADELE EDECEĞİZ”
Üçüncü hedefimiz; Yerel kimlik odaklı kentler inşa etmek olacak. Bu doğrultuda öncelikle ülkemizdeki sığınmacı istilasına karşı etkin mücadele edeceğiz. Sığınmacılara kira ve mülk satışına izin vermeyecek kayıt dışı istihdamın önüne geçeceğiz. ‘Yabancı Göçle Kentsel Mücadele’ projemizi başlatacak. Bu kapsamda yabancı göçe karşı milletimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla ve ilgili diğer kurumlarla eş güdümlü çalışacağız. Yönettiğimiz belediyelerde ‘Yabancı Göç Masaları’ kuracak; ikametgah, kent içi hareket, kalabalıklaşma maliyeti, sağlık ve güvenlik gibi konularda düzenli raporlama yapılmasını sağlayacağız. Kent kimliğini ve kültürünü korumak ve geliştirmek amacıyla ‘Kendine ve Kentine Dostluk’ projemizi hayata geçireceğiz.
Dördüncü hedefimiz depreme ve afetlere karşı dirençli kentler inşa etmek olacak. Bu kapsamda müşterisi belli olan rantsal dönüşüm uygulamalarına derhal son vereceğiz. Deprem ve doğal afet riskinin düşük olduğu yerleşim alanlarını çekim merkezi konuma getirecek yeni kent planları ve projeler hazırlayacağız. Deprem ve doğal afet riskinin yüksek olduğu yerleşim alanlarındaysa yapı stokunun ulaşımın ve nüfusun azaltılıp yeşil alanların genişletilmesi önceliğimiz olacak. Ayrıca sanayi tesisleri ve organize sanayi bölgelerinin de afet riski düşük olan bölgelere taşınmasını sağlayacağız.
“YÖNETTİĞİMİZ TÜM ŞEHİRLERDE YOKSULLUK VE YOKSUNLUKLA ESASLI BİR MÜCADELE VERECEĞİZ”
Beşinci hedefimiz; İnsan ve çevre odaklı, yaşanabilir şehirler inşa etmek olacak. Sürdürülebilir bir çevre yönetimi için alt yapı hizmetlerinde iyileştirme ve modernizasyona gideceğiz. Şehir suyu sağlama ve iyileştirme yatırımlarını artıracağız. Musluk sularını içilebilir kaliteye getireceğiz. Su ve kanalizasyon şebekelerinin yenileme ve iyileştirme hizmetlerine hız vereceğiz. ‘Yürüyen Kentler’ projemizi hayat geçirerek özellikle kent merkezlerinde yaya yollarının genişletecek ve buraların işgal edilmesine izin vermeyeceğiz.
İyi belediyecilik vizyonumuzdaki altıncı hedefimiz; Sosyal adalet ve eşitlik kentleri inşa etmek olacak. Yani, yönettiğimiz tüm şehirlerde yoksulluk ve yoksunlukla esaslı bir mücadele vereceğiz. Belediyelerimizde gıda ve giyim eşyası bankacılığı uygulamalarını yaygınlaştıracağız. Sürdürülebilir istihdam programlarımızla hiçbir insanımızı derin yoksulluğa mahkum etmeyeceğiz. Ayrıca barınma kriziyle karşı karşıya bırakılan öğrencilerimize erişilebilir, güvenli ve sağlıklı yurt imkanları sunacağız.
Yedinci hedefimiz; Sürdürülebilir ulaşım kentleri inşa etmek olacak. Şehirlerimizin ulaşım sistemlerini büyüme, nüfus artışı ve imar planlarıyla uyumlu olarak uzun vadeli bir vizyonla yeniden tasarlayacağız. İYİ Parti belediyelerinde ulaşım vatandaşlarımız için artık bir çile ve stres kaynağı olmayacak.
“YÖNETTİĞİMİZ TÜM ŞEHİRLERİ KÜLTÜR VE SANATIN ÜRETİM MERKEZLERİ YAPACAĞIZ”
Sekizinci hedefimiz; kültür ve sanat kentleri inşa etmek olacak. Yani yönettiğimiz tüm şehirleri kültür ve sanatın üretim merkezleri yapacağız. Gençlerimizin sosyal ve kültürel gelişime katkı sağlayacak; konser, tiyatro, sergi, panel, konferans gibi etkinlikleri her ay gerçekleştireceğiz. Ayrıca kültürel faaliyetler yürüten kurumları destekleyeceğiz. Amatör sanatçılarımıza yer, ekipman ve tanıtım desteği vereceğiz. Belediyelerimizde her yıl gençlik festivalleri düzenleyeceğiz. Yaz aylarında mahallelerde kuracağımız, ‘cep sahneleriyle sanatsal etkinlikleri vatandaşlarımızın ayağına getireceğiz. Şehirlerimizdeki tüm açık hava mekanlarını sanat ve kültür sahneleri olarak kullanacağız.
Onuncu hedefimiz; Canlı dostu kentler inşa etmek olacak. Yani yönettiğimiz tüm şehirleri sevimli dostlarımız için de yaşanabilir kılacağız. Belediyelerin barınak facialarıyla anılmasına son vereceğiz. Hayvan barınaklarını hayvan konuk evlerine dönüştürecek hizmet kalitesi bakımından modernize edip sayılarını da artıracağız. On birinci ve son hedefimiz ise; öğrenen kentler inşa etmek olacak. Bilgiyi sadece tüketen değil, üreten ve paylaşan kentler oluşturacağız. Yönettiğimiz tüm şehirlerde; ‘Öğrenen Kent’ anlayışıyla kuracağımız Kent Akademilerinde kamusal fayda sağlayacak her alanda toplumun her kesiminden insanlarımıza geniş bir yelpazede eğitim programları sunacağız.
“MİLLETİMİZİN ŞİMDİYE KADAR MAHRUM BIRAKILDIĞI BÜYÜK BİR VİZYONU HAYATA GEÇİRMEKTİR”
Şunu hiçbir zaman unutmayın ki bizim esas hedefimiz öncekilerden daha iyi olmak değil, milletimizin şimdiye kadar mahrum bırakıldığı büyük bir vizyonu hayata geçirmektir. Biliyorum ki işimiz zor. Biliyorum ki, sıkışmamızı, tökezlememizi, düşmemizi bekleyen çok. Biliyorum ki, çizdiğimiz rotadan rahatsız olmayan yok. Ama tüm bunların cesurlar hareketinin hiçbir ferdine engel olamayacağını da çok iyi biliyorum. Partimizin üzerinde tasarlanan tüm oyunları birer birer bozacağımızı da, çok iyi biliyorum.
İYİ Parti olarak siyaset düzenindeki çürümeye ve yozlaşmaya karşı yalnızca bir seçim süreci, bir ittifak tercihinde değil; biz aynı zamanda bir düzen tercihinde de bulunduk. ve bu düzeni de iki yumruğun birinden yana değil hür ve müstakil durarak, güdümlü medya aparatlarının tarifleriyle değil, öz kimliğimizle, öz kişiliğimizle, öz ilkelerimizle yürüyerek; onun bunun ittirmesiyle değil, öz varlığımızla kantara çıkarak, cesaretle, azimle, kararlılıkla özü başımıza kuracağız. Artı bire sıkıştırılıp, birilerine kazandırmak yerine; hür ve dik duracak sadece milletimize kazandıracağız. Birbirinden beslenen kayıkçı siyasetine karşı milletimize yeni bir tercih, yeni bir yol, yeni bir gelecek sunacağız. Millet odaklı yeni bir siyasetin temelini atmak siyasete erdemi geri getirmek istiyoruz. Ülkemizin geleceğinin kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla değil; açık ve şeffaf bir biçimde milletimizin katılımıyla sandıkta şekillenmesini istiyoruz. Devlet yönetimiyle siyasi çıkarları birbirine karıştıranlara karşı devletle milleti yeniden buluşturmayı istiyoruz. Siyasetimizi de yankı odalarından çıkamayanlarla değil, millete tepeden bakanlarla değil, bizim sırtımızdan meşruiyet devşirmeye kalkanlarla değil, milletimizle omuz omuza yürüyen; hakkı, hakikati dava bilen vatan sevdalılarıyla yapıyoruz.”